KURAN DİNLE
ŞİİRLERİM 1
ŞİİRLERİM 2
TAKİPLİ HATİM
TAKİPLİ HATİM 2
TAKİPLİ HATİM 3
HATİM
HAFIZAYI GELİŞTİRME TEKNİKLERİ
ÖĞRENMENİN KURALLARI
İBRETAMİZ
ZİYARETÇİ DEFTERİ
DARB-I MESELLER
NAMAZ SÜRELERİ VİDEO
NAMAZ DUALARI VİDEO
MAHREÇ İLMİ VİDEO
ABDUSSAMET KISA SURELER
NAMAZ SUR.FATİH ÇOL.
ABDUSSAMETİ DİNLE
HATİM İNDİR (abdussamet)
HATİM VADİSİ
SAD EL GAMDİ HAT.
İLHAN TOK
ABDULBASİT ABDUSSAMET
SIDDIK MİNŞEVİ
HALİL HUSARİ
SUDEYSİ VE ŞİRİM
114 HAFIZ
MEDİNE İMAMLARI
ABDULLAH ALİ BASFAR
EBUBEKİR ŞATİRİ
İSMAİL BİÇER HATİM (1-2-3-4-5)
İSMAİL BİÇER(6-7-8-9-10)
İSMAİL BİÇER(11-12-13-14-15)
İSMAİL BİÇER(16-17-18-19-20)
İSMAİL BİÇER(21-22-23-24-25)
İSMAİL BİÇER(26-27-28-29-30)
İLAHİLER
ŞİİRLER 3
ARAPÇA ÖĞRENMENİN TEKNİKLERİ
ARAPÇA ÖĞRENİYORUM 2
ARAPÇA ÖĞRENİYORUM 3
ARAPÇA ÖĞRENİYORUM 4
ALMAN EĞİTİMİNDEN KESİT
DRAMA
OKUMAYI SEVDİRMENİN YOLLARI
YAZAR AHMET HAMDİ TÜRKEŞ'İN YAZILARI
ARAŞTIRMA
UYDUDAN BAK DÜNYAYA
İletisim
Ne Ola!
Sayaç
SİZİN ORALARDA DA VAR
Akrabalardan birinin bir çocuğu oldu, çocuk daha iki aylıkken annesi trafik kazasından öldü. Bakımını ben üstlendim. Büyüttüm, besledim, okuttum. Evlendirdim ve kendine bir iş, bir aş, bir de güzel bir eş buldum.
Ona bir de şehrin en güzel yerinden bir daire aldım. Burada “Canım sıkılıyor” dedi, şehrin kenarına yakın bir yerden bahçe ve bağ temin ettim. Oraya salıncaklar kurdum. “Eşinle burada gününü gün edersin” dedim.
Gerçekten benim hayal edemediğim, ve görmediğim sefayı sürdü. Bir eli yağda bir eli balda çoluk çocuğun içine karıştı.
O bunları yaşarken bir gün olsun ben aklına gelmedim. Benim bu yaptıklarımı ne bir gün hayırla andı, ne de bir teşekkür etti. Ne de arayıp ne sordu. Oğlumun sünnet merasimine, kızımın düğün davetine icabet etmedi. Üstelik aleyhime olmadık dedikodular, iftiralar etti…
Dayanamadım bunca yıl aradan sonra kendisine dedim ki; “Bak, benim sana yaptığımı ne baban, ne anan, ne de herhangi bir akraban veya bir başka birisi yapar. Benim yaptıklarımla senin yaptıkların ortada.Bunları başa kalkmak için söylemiyorum. Ama vefa, taktir, insanlık diye bir şey var. Yaptıklarımın karşılığı bunlar mı olacaktı?”
“Ben sana ne yaptım ki?”dedi.
“Daha ne yapasın, bir gün olsun beni aklına getirip de, ziyaretime gelmedin. Halimi, hatırımı sormadın, davetime icabet etmedin. Sözlerimi itibara almadın, ne söylediysem karşı çıktın. Bana hürmeti bırak, yaptıklarımı inkara kadar gittin. Hata yaptın, kusur işledin, ama dönüp bir özür bile dilemedin. Senin insanlığın bu mu?”
“Sen bunları bana sağladın diye, senin sözünle oturup kalmaya mecbur değilim ki.” dedi.
“Evet, doğru söylüyorsun, ama senden fazla bir şey istemiyorum. Sadece yılda bir iki defa da olsa ziyaretime gel, veya mektupla da olsa halımı, hatırımı sor. Ben senden fazla bir şey istemiyorum.” dedim.
“Valla, dedi, kusura bakma ben sana kölelik yapamam.” deyip, bir çalımla yanımdan ayrıldı.
Değerli okuyucu, sen ne diyorsun böyle birisine? Biliyorum, çok kızıyor, belki de inanamıyorsun böyle bir mahlukun olduğuna. Senin de çevrende böyle tipler vardır sanırım. Sen de belki de diyorsun ki; “ Böyle insan, değil Müslüman mahallesinde, gavur mahallesinde bile bulunmaz.” Belki de vardır da dikkatimizi çekmemiştir. Benim çevremde bunlardan çoook. İstersen onlardan da bahsedeyim.
Mesela babasının, anasının ekmeğini yeyip bunları döğen yok mu? Babasının evinde oturup, mülkünde, babasına isyan eden yok mu? Babasının mülkünde oturup, babasının ekmeğini yeyip, babasının gözü önünde her türlü pisliği işleyen yok mu? Babasını ve anasını yaşlanınca evinden kovan yok mu? Babasının ve anasının biran evvel ölmesini bekleyip de servetine konmak isteyen evlat yok mu? Babasının ve anasının her emrine karşı gelen, isyan eden yok mu?
Hadi bunlar yok diyorsan, peki şunlara ne dersin?
1. Allah’ın verdiği rızgı yeyip, sonra da O’na isyan eden
2. Allah’ın mülkünde olup, Allah’a isyan eden, onu inkara kalkan
3. O’nun mülkünde olup, verdiği rızgı yeyip, gördüğü yerde gühah işleyen
4. Allah’ın verdiği güc ve kudretle, sağlıkla günah deryasına dalan ve tevbe etmeyen
5. Kiramen Katibin meleklerinin yazdıklarına aldırış etmeyen, günahı ile başkalarını cehenneme iten ve cennete göz diken..
Böyle olunca bize nankörlük edenleri bir yere kadar mazur görebiliriz. Amma ya Yaratan’ına karşı böyle nankörlük edenler hakkında sen ne düşünüyorsun?
Allah’ın affı, kahrından, rızası gazabından büyüktür amma; o af ve rıza için biz ne yapıyoruz ona bakmak lazım.
Uzman Öğretmen Talip TÜRKEŞ



ACELE DOST BULAN ACELA DOST KAYBEDER Adam, ilkokulu ve ortaokulu köyünde bitirip bitirmez, kendi gurbete atar. İstanbul’u kendine iş mekanı olarak seçer. Bir özel şirkette girer… Oturduğu mahallede ve iş yerindeki insanlarla hemen kaynaşır, arkadaşlık kurar. Fakat arkadaşlıklarının hiç biri uzun ömürlü olmaz, üstelik de başına bir sürü musibet getirir. Mahalledeki bir komşusu, borç aldığı parayı vermeden kayıplara karışır. İş arkadaşlarından bir çoğu, borç aldığı paraları ödemeyince araları açılır. Mahallesinde acilen tanışıp, hemen evlendiği kızla, ancak üç ay birlikte kalır. İşe giderken tanıştığı arkadaşlarının her biri tarafında dolandırılır, istismar edilir. Yine kısa sürede tanıştığı bir arkadaşı yüzünden hapse düşer. İftiraya uğrar, zan altında kalır. Kahvede tanıştığı bir arkadaşı tarafından evi soyulur. Parası çalınır. Birlikte kaldığı arkadaşı tarafından karakola düşer. Arkadaşının işlediği bir suç yüzünden tevkif edilir. Yeniden kurduğu yuvasına gelip giden mahalleden arkadaşı, hanımını yoldan çıkarır. Adamı yaralayarak tekrar hapse girer çıkar. Çıkmaya çıkar ama artık eskisi gibi kolaylıkla iş bulamaz. Arkadaşlarıyla yaşadıkları kendini çevreye kötü olarak tanıtmasına yetip de artmıştır bile. Artık çevreyi değiştirmesi gerekiyordu. Nitekim de öyle yapar. Başka bir şehri mekan olarak seçer. Burada da aynı zihniyeti sürdürüp; her tanıştığı insanla hemen arkadaş oluverir. Aşağı yukarı yaşadıklarının aynını burada da yaşamak zorunda kalır. Yine parasını alıp vermezler, yine arkadaşlarının kurbanı olur, yine hanesine davet ettiği arkadaşının kem gözlerine şahit olur. Bakar ki; olamayacak, kabuğuna çekilir. Hiç kimse ile ne arkadaşlık ne de komşuluk yapar. İşten eve evden işe. Aylar olur ne kimsenin kapısını açar, ne de kimse gelip kapısını çalar. Ama bu durum da başka bir problemi beraberinde getirir. Sosyal depresyona düşer. Bir gün bir camiye gider. Vaizin, konuşmaları kendisiyle çok ilgili olduğundan; çıkışta Vaiz Efendi ile görüşür. Arkadaşlıkla ilgili anılarını bir bir sıralar. Hoca Efendi: “ Evladım,der sen hiç duymadın mı ‘Çabuk dost olan, çabuk ayrılır. Acele giden ecele gider. Her sakallıyı dede sanıp, arkasından gitmek insanın başına neler açacağını bilmiyor muydun? Bir çocuk bile her çağırılan kucağa gitmez. Senin çocuk kadar da mı aklın yoktu; merhaba diyenle hemen arkadaş oldun ve başına bunları getirdin!” der ve çok iyi tanımadan kısa sürede hemen arkadaşlık kurmanın zararlarını dikkatlice Hoca Efendi’den dinler. Uz. Öğr. Talip Türkeş NİMET YOKLUĞUNDA ANLAŞILIR Yaşı kırka merdiven dayadığı halde, ne evlenebilip çoluk-çocuğa karışmıştı; ne de köyde gündelikçilik yapmaktan başka, sürekli bir işi vardı. İşi olmayanın aşı, aşı olmayanın eşi olmaz dedi, kendini gurbete attı. İnşaatlarda amelelik yaptı. Barakalarda tahta kalas üzerinde yattı. Bir sıcak çorbaya hasret kaldı.Günleri peynir ekmekle geçti. Sabah üzeri çiğle kalkar, akşamın karanlığına kadar kürek-kazma sallardı. Herkes akşam evine giderken o, inşaatın bir mahfilinde yatacak yerin derdine düşerdi . Işık yok, ısı yok, soğuk beton duvarlar arasında sabahı iple çekerdi. Bu minval üzere üç-dört yıl çalıştıktan sonra köyüne döndü. Köye dönerken bir şehirli profiliyle döndü. Hatta takım elbiseyi, beyaz gömlek, beyaz gömleği kravat tamamlıyordu. Köylüler, memur olduğunu sanarak; önce ne iş yaptığını, sonra da hal ve hatırını soruyorlardı… Kazandığı parayla önce evini söküp yeniden yaptırdı. Tuvalet ve banyoyu şehirde gördüğü tarzda inşa ettirdi. Hasır, hurç, ot yastık ve minderleri attı, yeni mefruşatla döşetti. Kafes hazır, kuşu eksikti. Arısız kovanın bir şeye yaramayacağını düşünüp duruyordu. köyden ağanın yaşlı kızına dünür gönderdi. Baharı geçmiş, gülü solmuş kerimesine gelen dünürleri büyük bir hürmetle karşılayan ağa bir istemede kızı verdi. Hemen hazırlıklara başlandı; nişan, arkasından düğün yapıldı. Üç gün üç gece davul-zurna çalındı. Koyunlar kesilip, yemekler verildi. Gelinin kafasına bacadan elma atıldı. Her bir parçasını sağdıca getirene bir koyun hediye edildi. Ne de olsa taraflardan biri ağaydı. Bunlar da ağalığın şanındandı. Dünya evine giren bu iki çiftin bir sene sonra çok cılız, sağlıksız bir çocukları dünyaya geldi. Adını gürbüz koydular ki; gürbüz olsun. Ama yavrucağız nasıl gürbüz olsun; ne anne sütü var, ne de sütanne. Üstelik başka sütanneye de anne karşı olunca evde huzursuzluklar bir birini tetiklemeye başladı. Altı ay mama ve inek sütü ile idare ettiler. Sonra çocuk hastanelik oldu. Gide gele su yolu ettiler Bu uğurda ellerinde-avuçlarında ne varsa harcadılar.. Fakat bir derman bulamadılar yavrularına. Sonra ağa devreye girdi; o da torunu için bütün servetini bu yola döktü; fakat sonuç alamadı ve çocuk öldü. Geride köyün en zengini iken en fakiri durumuna düşen bir ağa ve yine hiçbir şeyleri kalmayan iyice yoksullaşmış kederli, talihsiz bir aile kaldı. Kalmasına kaldı ama bu durum yuvanın yıkılmasını da arkasından getirdi. Kız, baba evine, oğlan gurbete döndü. Önceden çalıştığı yerlere gitti. Tanıdıklarını sordu soruşturdu. Ama kimseleri bulamadı. Başka bir diyara çekip gitti. Aç susuz günlerce iş aradı. Hatta köprü altlarında yattı. Çok kötü insanların zulmüne maruz kaldı. Çalıştırılıp da parası verilmemesinden tut, kovulmasına kadar ıstıraplar yaşadı. Gündüz iş aramaya, gece şehrin dışına çıkarak otlardan yatak-yastık yapıp uyumaya çalıştı. Bir bağ evini kendine göre düzenleyip aylarca kaldı. Kış iyice bastırınca tekrar şehre dönüp, örene benzer bir yerde kalmaya devam etti. Onun en büyük derdi; aç susuz, izbe yerlerde kalmak değil, işsizlikti. Bir sürekli iş bulup çalışabilse, her şey yoluna yavaş yavaş girecekti. Her sabah erkenden kalkar, şehrin amele meydanında yerini alırdı. İşçi lazım olanlar gelip tanıdıklarını götürürlerdi. Çok ağır, ucuz işler ancak buna düşerdi. Lağım kuyusu temizleme, kokmuş hayvan leşlerini gömme, kömür kırma vs. işlerini bu alırdı. Hayatına isyan ile günü geçerdi. Allah’ın adaletine inanmazdı. Sürekli kahrederdi. “Ben bu işler için mi yaratıldım ey felek!” diye bağırır, kafayı bulurdu. Dünyanın en talihsiz insanı olduğunu sanırdı. Zenginlere diş bilerdi. Fakirliğe küfrederdi. Zengin olamamanın çilesini çeker, fakirliğine ağıtlar yakardı. O hep dişi olanları mutlu sanıyordu.Dünyada kendisinden daha dertli, daha perişan, daha fakir birisin olacağını düşünmüyordu. İşlerinin çok ağır olmasına rağmen çalışıyordu, çalışabiliyordu, az veya çok birkaç kuruş kazanıyordu. Kimseye de el açmadan hayatını iyi-kötü idame ettiriyordu.Ama o bunların hepsini az bulur, “Böyle hayatın içine…” derdi. Kendinden üstekilere bakar, sürekli tuğyan ederdi. Bir gün lağım kuyusundan teneke ile pislik çekerken düşüp ayağını kırdı. İki yıl iş göremez oldu. Etrafında elinden tutacak kimseleri görmedi. Sürünerek çöpten ekmek topladı. Bu sefer o eski çalıştığı sağlıklı günleri gözünün önüne getirdi. O günleri mumla aradı. Göz yaşlarını içine akıttı. Ayağı iki yıl sonra kangrene çevirdi. Kesilmesine karar verildi. Kesilmemesi için köydeki evini satarak büyük şehirlerdeki doktorlara gitti. Bir ev parasını harcamasına rağmen dizden aşağı ayağının kesilmesine mani olamadı. Daha kötü durumlara düştü. İyice sağlığını kaybetti. Şeker hastası oldu. Kandaki şeker oranını düzeltmek için babadan kalma tarla, bağ, bahçesini sattı.Bir süre de bu derdi için doktor doktor derman aradı; ama ancak günde 7 iğne ile kendine gelebiliyordu. Bunlara alışmışken, bu sefer böbrek yetmezliği başladı. Her gün diyalize girmeye mahkum oldu. Bir gün oturduğu mahalleden biri böbreğinin birini satacağını duyurdu. Bütün böbrek yetmezliği olanlar gibi bu da adamın kapısında sıraya girdi. Adam, açık artırma ile böbreğini satışa sürdü. Muhammen bedel olarak, bulunduğu şehir emsalinde bir yeni şehir kurularak kendisine verilmesini talep ediyordu… Herkes gibi bu da hayali sükuta uğradı, meyus içinde evine döndü. Bu hadise üzerine derin derin düşünmeye başladı. Gayri ihtiyari ağzından şu ifadeler döküldü: “Meğer ben, hazine üzerinde oturan züğürt bir kimyagermişim. Fakirlikten, işsizlikten, sefil yaşamaktan şikayet edip durmuşum. Ayağım, böbreğim sağlamken; kandaki şekerim tayin edilen düzeydeyken rahattım. Ağrısız, sızısız bir hayatım vardı. Çalışıyordum, bazen aç bazen tok yatıyordum; ama rahat uyku uyuyordum. İstediğim yere gidiyordum. Geziyordum, tozuyordum. Bunların ne büyük nimetler olduğun bilmiyordum. Böbreğimin bu kadar para ettiğini, fakat para ile alınamayacağını idrak edemiyordum. Ayağımın ne büyük nimet olduğunu ve para ile alınamayacağını şimdi öğrenmiş bulunuyorum. Şeker düzeyimin Allah’ın takdir ettiği düzeyde olması büyük bir zenginlikmiş, ama ben bunun fevkinde değilmişim. Ve bunun da para ile düzeltilemeyeceğini bilmeyecek kadar gafilmişim. Allah’ım sen ne kadar büyüksün, sen ne kadar rahmansın, rahimsin ki; para ile alınamayacak azalarla beni bedava donatıp, rahat yaşatırken; ben hep nankörlük yapıp; işsizliği fakirliği bahane ederek bu nimetlerini göremedim, inkar, isyan ettim. Allah’ım beni affet. Kimsenin satın almaya gücünün yetmeyeceği, ancak bedava verdiğin kalan azalarımla sürekli seni anacağıma söz veriyorum. Uz. Öğr.Talip TÜRKEŞ

                                                         GÜLME KOMŞUNA

            Kendini bildi bileli çobandı. Garibandı,  bir iki parça tarla, bir de kerpiç bir evi vardı. Tarlalarını eker, biçerdi ama; geçimediğinden, çobanlık yapardı. Çobanlıkta ehliyetini ispat ettiği için her sene onu tutardı köylüler.

            Bir gün dağda sığırları güderken bir ayı ile birden bire karşı karşıya geldi. Ürperdi! Heyecan ve helecanla kendini geri attı, savunmaya geçti. Ayının geçip gitmesini bekledi.Gitmeyince, uzaklaşması için yerden bir taş alıp, attı. Ama ayı ani bir  hamle  yapıp, üzerine çullandı. Yerin uçurum olmasıyla birlikte yuvarlandılar dereye. “İmdat! Yetişin ölüyorum!” avazları yeri yarıp, göğü inletiyordu! İmdadına aynı sesle dağlar cevap veriyordu: “İmdat!Yetişin ölüyorum!”

            Ayının pençeleri arasında bir alta düşüyor, bir üste çıkıyordu. Üstü başı yırtılmış, apış arasından yara alarak kurtulmuştu. Kan kaybediyordu. Parçalanan elbiselerini yarasına sararak daha fazla kan kaybına engel oldu. Biran önce köye varıp, doktora yetişmeliydi. Düşe kalka köye vardı.

            Bütün köy, yetiden yetmişe başına toplandı. Olayı merak edip, nasıl olduğunu soruyorlardı… Hemen, bir araba ile ilçeye kavuşturdular. Yaralanan tenasül uzvunu diktiler. Hastanede bir hafta yatarak köye döndü. Üç dört hafta  geçti geçmedi iyileşti. Tekrar görevine başladı.

            Şifaya kavuştu, göreve başladı ama; çobanın olayı burada bitmedi, köyün diline düştü. Bazıları bu olayı alay konusu yaptı; birbirlerine anlatıp, gülüp eğlenmelerine malzeme ettiler.

            Hatta, biri vardı ki; “ Yahu, bu adam kendi malına sahip çıkamadı. Bizim hayvanlara nasıl sahip çıkacak!” deyip, diline pelesenk edip, her  yerde istihza konusu yaptı…

            Çoban da, bunları duydukça üzülüp, kızardı. Ama ne yapsın, elin ağzı torba değil ki büzesin.

            Bu çok ileri giden kişinin, aşağılamasına, matrah geçmesine daha fazla dayanamadı. Evine giderek uyardı.

            Adam yine alaylı bir şekilde: “Evet, söylediğim doğrudur. Sen, kendi malına sahip çıkamadın, bir ayıya kaptırdın, bizim sığırlara nasıl sahip çıkacaksın?”deyip kahkahayı bastı. Yine aşağılama,  yine hakaretamiz ifadeler…

            Çoban, “Seni Allah’a havale ediyorum!” diyerek oradan ayrıldı.

            Aradan bir ay geçmedi, “Sen kendi malına sahip çıkamadın…” diyen adamın hanımı aynı yerde, aynının saldırısına uğradı. Kaba etinden yaralandı. Bir zaman da bu olay köyün diline düştü. Hem de çoban olayından daha istihzalı…

            “Alma mazlum ahını, çıkar aheste aheste. Kişinin kınadığı şey, başına gelmedikçe ölmez.” demişler.

 



Bugün 17 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol